14 Mart 2010 Pazar

CENNETTEN DİLEDİĞİ YERDE KONAKLAYABİLMEK

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\PHTSHP-MANZARA\kuslar_ve_gol.jpg

İman edenler Allah’a çok büyük güven duyarlar. Bir olayla karşılaştıklarında, "Allah bana izlettiği bu görüntüyle mutlaka bir güzellik dilemiştir, bu nedenle bunu yaşıyorum" diye düşünürler. Zahiren şer gibi görünen olayların da kendileri için hayırlı sonuçları getireceğini bilir, 'güzel bir sabırla' sabrederler. Ve müminler yaşadıkları sürece , Allah için gösterdikleri sabrın ardından, olumsuz gibi görünen her olayın ardında bile, Allah’ın ne kadar hayır yaratmış olduğuna şahit olurlar.

Bazen sonuç Allah'ın yarattığı imtihanın gereği olarak dünya hayatında düşündükleri gibi gerçekleşmeyebilir. Ancak Yüce Allah, inananlar için her sonucu hayırla yaratmıştır.

Ancak müminler için asıl güzel sonuç ahirette olacaktır.Rabbimiz gerçekten samimiyetle Kendisine yönelmiş olan kullarını ahirette gözeteceğini, mutlaka onları kurtaracağını vaadetmiştir.Bu vaadini bir ayette Allah şöyle haber verir:

"Allah,takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır.Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır." Zümer Suresi-61

Allah'ın vaadi haktır ve mutlaka gerçekleşecektir. Allah ahirette, iman etmiş takva sahibi kullarını, önderleriyle birlikte bir heyet halinde huzuruna getirecektir. Yüce Rabbimizin cenneti vaadettiği kulları, ahirette mutlaka ona kavuşacaklardır.Kuran'da umut ettikleri cennete kavuşan müminlerin; "..Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamdolsun ki,Cennet'ten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) amellerde bulunanların ecri ne güzeldir." (Zümer Suresi, 74) diyerek şükrettikleri bildirilir.

Ömrü boyunca Allah'ın dilemesiyle sahip olduğu imanı yaşayan, Yüce Allah'ın inanan kulları için özenle hazırladığını bildirdiği cennet'e kavuşmayı umut eden müminler, yaşamlarının sonunda ona kavuşurlar. Cennetin kapıları onlar için açılır. İçinde, hayal gücünün ötesinde muhteşem güzellikleri, 'nefislerin arzu ettiği, gözlerin zevk aldığı' herşeyi barındıran cennet'in girişinde 'esenlik dileği ve Selam'la karşılanırlar.

Orada,'ne yakıcı bir güneş, ne dondurucu bir soğuk' vardır. 'Tam kararında bir gölgelik'tir cennet. İnsan ruhunun sonsuz zevk alacağı şekilde tasarlanmış cennet'te, ‘gölgelikler, pınarlar, alabildiğine yemyeşil bahçeler, yüklü dalları bükülmüş meyve ağaçları, sütten ve baldan ırmaklar, istek duyup arzuladıkları yiyecek ve içecekler,sarhoş etmeyen şaraplar, yaşayacakları yüksek köşkler, tahtlar, muhteşem giysiler iman edenlere sunulur.

İnsan cennet'te en güzel biçimde yeni bir yaratılışla yaratılmıştır ve sonsuz nimetler içerisindedir. Ayrıca, cennet bütün duyuların çok daha keskin olduğu, herşeyden çok fazla zevk alınan bir ortamdır. Dünyada çok kısa süren zevkler orada sonsuzdur. Allah dünyadaki nimetleri bir örnek olarak yaratmıştır, asılları ise cennettedir. Allah Kuran'da müminlere cennet'i bir şölen olarak tanıtır;

"Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah Katında -bir şölen olarak-altlarından ırmaklar akan- içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır.İyilik yapanlar için, Allah Katında olanlar daha hayırlıdır." Al-i İmran Suresi,198

Allah'ın, takva sahibi kulları için hazırladığı bu şölen, gerçekten hayal edilemeyecek kadar görkemlidir. Dünya hayatının sona ermesi, hesap gününde kurulan terazide dünyada yaptıkları salih amellerin karşılığı olarak iyiliklerin ağır gelmesi ve imtihanın kazanılması, görülmemiş güzellikte şölenle kutlanacaktır. Bu şölen dünyadaki hiçbir eğlenceyle de kıyaslanamayacak boyutlardadır ve bildirmediği detayları da Allah'ın ilmindedir. Kaf Suresinin 35.ayetinde Yüce Allah, umulanın da ötesinde zevklere işaret eder:

"Orada diledikleri herşey onlarındır,Katımızda daha fazlası da var." Kaf Suresi,35

Dünya hayatında nefslerinin arzu ve isteklerinin esiri olmayan insanlar, cennette nefslerinin dilediği her nimeti elde edeceklerdir. İnsanı yaratan ve Kendi ruhundan üfleyen Rabbimiz, insan nefsinin neleri arzu ettiğini en iyi bilir ve diledikleri herşeyi bir ödül olarak hazırlamıştır. Cennet’in her köşesi, örneksiz yaratıcı olan Allah'ın eşsiz nimetleriyle doludur.Allah'ın bu lütuf ve ihsanı Kuran'da; "Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün."(İnsan Suresi,20 ) ayetiyle haber verilmiştir.

Bu sonsuz güzellikler ve ödül, Allah'ı tek ilah tanıyan, O'na kulluk için yaratıldığının bilincinde olan, Allah korkusunu ve sevgisini birlikte yaşayan, O'nun sınırlarını koruyan ve iman edip salih amellerde bulunan ve "iman ettim" dedikten sonra, Allah'ın imtihan etmek ve imanlarını olgunlaştırmak amacıyla gösterdiği görüntülerle yüzleşme zamanında tevekkül gösteren takva sahibi kulları için yaratılmıştır.

"Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o,muttakiler için hazırlanmıştır. Al-i İmran Suresi,133

"İman edip salih amellerde bulunanlar ise; onlar da yaratılmışların en hayırlılarıdır.""Rableri Katında onların ödülleri,içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir.Allah onlardan razı olmuştur,kendileri de O'ndan razı (hoşnut,memnun) kalmışlardır.İşte bu Rabbinden 'içi titreyerek korku duyan kimse' içindir. Beyyine Suresi,7-8

CEHENNEM BU DÜNYADAN DAHA GERÇEKTİR!

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\cehennem3.jpg

Ölüm, kendisinden kaçan, korkan ve öleceğini hiç düşünmeyen herkese, kısacası bütün insanlara gelecektir. Ancak Allah’tan uzak yaşayan insanlarla, iman eden insanların ölüm anında yaşayacakları olaylar çok farklı olacaktır. İman etmeyenler hiç beklemedikleri bir anda ölümle yüz yüze gelince büyük bir korkuya kapılacaklar ve canları büyük bir acıyla alınacaktır. İnkar eden insanların canlarının alınışı Kuran’da şöyle tarif edilmektedir:


Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? Muhammed Suresi, 27

Çok kısa süren dünya hayatının ardından ahirete giden inkarcıların şaşkınlığı da aynı olacaktır. Çok uzun süreceğini zannettikleri dünya hayatı onları aldatmıştır. Daha uzun yıllar yaşayacaklar ve ölüm onlara çok uzak gibi bir hisse kapılmışlardır. Oysa ölümlerinin ardından diriltildiklerinde, dünyada aslında çok az bir süre kaldıklarını anlayacaklardır. Bu durum Kuran’da şöyle anlatılır:


Dedi ki: “ Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız? “
Dedi ki: “ Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.”
Dedi ki: “ Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz” Müminun Suresi, 112-114

Bu kişi ahirette, Allah’ın emir ve yasaklarından yüz çevirerek, hırsla elde etmek için uğraştığı herşeyin önemini yitirdiğini görür. Hayatı boyunca en çok değer verdiği ailesi, arkadaşları, kariyeri, arabası, evi, hepsi tamamen değersizleşir. Bu durumda inkar eden kişi tüm hayatını boşa geçirdiğini ve Allah’ı hoşnut etmek için hiçbir şey yapmadığını fark ederek müthiş bir pişmanlık duyar. Korku ve pişmanlık içinde azaptan kurtulabilmek için çareler arar ve kendi çocuğu da dahil olmak üzere bütün sevdiklerini feda etmek ister. Allah Kuran’da, iman etmeyen insanın kıyamet gününde içinde bulunduğu ruh halini şöyle tarif etmektedir:

(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini, ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir. Mearic Suresi, 10-15

Ayette açıkça ifade edildiği gibi inkar eden insan, azaptan kurtulmak için, canını verecek kadar çok sevdiği yakınlarını, tutkuyla bağlı olduğu tüm dünya nimetlerini vermek isteyecektir. Ancak dünyada sahip olduklarının kendisine bir yararı olmayacak, sonsuza kadar kalmak üzere cehennem halkı arasına katılmaktan kurtulamayacaktır. Allah’ın sınırlarını çiğneyerek yaşamış insanların sonsuz yurtları, maddi ve manevi türlü acılar tadacakları cehennemdir. Kendisini yaratan ve ona ‘işitme, görme duyuları ve kalp’ veren Allah’a karşı, hayatını nankörlük ve isyan içinde geçiren kimse, bu büyük suçun karşılığında büyük ve sonsuz azabı hak etmiştir. Allah sonsuz adildir ve adaletinin gereği olarak cehennemi yaratmıştır.

İman etmeyen insanlar, cehennemden hayali bir kavrammış gibi ya espriyle, ya da fıkralarda söz ederler. Oysa cehennem asla hayali bir kavram değildir, bu dünyadan daha gerçektir. Çünkü dünya sonunda yok olacaktır, oysa cehennem sonsuza kadar sürecektir. Bu insanlar, Allah’ın üstün gücünü kavrayamadıkları için öldükten sonra kendilerini bekleyen bu azabın şiddetini düşünmezler. Oysa bu azabın şiddeti Kuran’ın pek çok ayetinde tarif edilmektedir. Bu ayetlerden bazıları şöyledir:


…O zulmedenler, azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir bilselerdi. Bakara Suresi, 165

İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler. Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Mülk Suresi, 7-8

… Çılgın ateş olarak cehennem yeter. Ayetlerimize karşı inkara sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Nisa Suresi, 55-56

Toplumda oldukça yaygın bir inanışa göre, insanlar cehennemde günahlarının karşılığı olarak bir süre ceza gördükten sonra, bağışlanıp cennete gireceklerini zannederler. Ancak cehennem, ‘kapıları kilitlenmiş’ sonsuz azap yurdudur. Ve iman etmeyenler ‘bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır.’ Nebe Suresi,23

‘Biraz yanıp, sonra cennete girme’ düşüncesi insanların kendilerini avutmak için uydurdukları bir hurafedir. Kuran’da bu konuya dikkat çekilmiştir;

“Dediler ki;”Sayılı günlerin dışında ateş asla bize değmeyecektir.” De ki;”Allah Katından bir ahid mi aldınız?-ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar ateşin halkıdırlar,orada süresiz kalacaklardır.” Bakara Suresi,80-81

Hesaba çekildikten sonra, defterlerini sol yanlarından alanlar, cehenneme ‘bölük bölük’ sevkedilirler. Yüzüstü sürüklenerek ve aşağılanarak cehenneme girerler ve kazandıkları günahların derecesine göre değişik azap tabakalarına yerleştirilirler.

Cehennemdekiler dehşet veren görüntüler görürler, korkunç uğultular, inlemeler duyarlar, en iğrenç kokuları algılarlar, en tiksinti verici tadları ve en dayanılmaz acıları hissederler, yanar, şiddetli acılar içinde kıvranır, bir türlü ölmezler. Ve azap hiç ‘hafifletilmez’.

“Artık o gün hiç kimse (Allah’ın) vereceği azab gibi azablandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse vuramaz.” Fecr Suresi,25-26

Sonsuz adalet sahibi Yüce Allah Kuran’da, Cennetten, Rablerinden korkup sakınanlar için bir şölen olarak söz ettiği gibi, cehennemden de şölen olarak söz eder. Bu, inkar edenler için hazırlanmış gerçekten hayal edilemeyecek kadar görkemli bir şölendir. Dünya hayatının sona ermesi, hesap gününde kurulan terazide dünyada yaptıkları amellerin karşılığı olarak kötülüklerin ağır gelmesi ve imtihanın kaybedilmesinin şölenidir bu!.Vakıa Suresinin 56 ve 93. Ayetlerinde bu şölen şöyle ifade edilir;

“İşte bu, onların din (hesap ve ceza) gününde şölenleridir.” (Vakıa Suresi, 56)

“Artık (onun için) alabildiğine kaynar sudan bir şölen vardır.” (Vakıa Suresi, 93)

Cehennemde manevi azaplar da vardır. Aşağılanma, horlanma, rezil olma, çaresizlik ve pişmanlık. Kendini Allah’a teslim eden ve sadece O’nun rızasını ve rahmetini arayan insanlar dışında kalan herkes ahirette büyük bir pişmanlık yaşayacaktır. Ve bu pişmanlığın asla telafisi de olmayacaktır.

Allah’ın ayetlerinden yüz çeviren insanların sonsuza kadar yaşayacağı ortamlar, çok şiddetli azap ortamlarıdır. Bunları vicdanlı ve samimi bir biçimde tefekkür etmek, insanın Allah korkusunu artırarak şuurunun açılmasına, gafletten kurtulmasına vesile olabilir. Gerçeklerin farkına varır varmaz, gecikmeden, gittiği yoldan dönerek, samimiyetle Allah’a yönelen herkes, Allah’ın bağışlamasını umabilir.

İMAN ETMEYENLERİN AZAPLARI DÜNYADAYKEN BAŞLAR

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\depresyon-man.gif

İman etmeyen insanlar için hayat tam bir kaostur. Kendilerini ve çevrelerindeki insanları Allah’tan bağımsız birer varlık olarak görürler ve etraflarında gelişen olayları kendilerinin yönlendirdiğini düşündüklerinden, sürekli gerilim içinde yaşarlar. Herşeyin Allah’ın dilemesiyle kaderlerinde yaratıldığını, Allah’a tevekkül ederek huzurlu ve konforlu bir hayat sürebileceklerini bilmemeleri, stresli ve sıkıntılı bir hayat yaşamalarına neden olur.

İnanmayan insanların en belirgin özelliklerinden biri, karşılaştıkları olayları hemen zahiri( görünen) yüzüyle değerlendirmeleridir. Rum Suresinde; “Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır.”ayetiyle bu bilgi haber verilmiştir.

İman eden insan ise, dünya hayatında yaşadığı olayların zahirine aldanmaz. Her zaman olaylara batınından bakar, ardında gizlenen hayırları, hikmetleri görmeye çalışır. Ve daima Rabbimiz'in hayırlarla dolu yarattığı kaderi şükürle, sabırla izlemeye çaba gösterir.

Nefsine yarar sağlamaya çalışarak, kısacık süren dünya hayatına yönelen insanlar, olayları biraz akılcı değerlendirebilseler ve gerçekleri düşünseler, dünya hayatının sonsuz hayat yanında ne kadar değersiz olduğunu Allah'ın izniyle fark edebilirler. Dünya hayatının çok kısa ve geçici bir süre olduğuyla ilgili Kuran'da çok önemli bilgiler verilmiştir;

Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar hidayete ermiş (kimseler) değildi. Yunus Suresi, 45

İstek ve tutkularını tatmin için yaşayan insan, hedeflerine ulaşmak için büyük bir hırsla çalışır ve bunlar için herşeyi göze alır. Çevresinde bulunan insanları hatta yakınlarını kırmayı bile göze alabilir. Fakat istediğini elde ettiği an, o şey her ne olursa olsun önemini yitirir. Sahip olduğu her meta, dünya hayatına aldanan bu insanların tatminine değil, tatminsizliğine yol açar. Çünkü elde ettikleri herşeyin mutlaka daha güzeli, daha mükemmeli ve gösterişlisi olacaktır. Elde ettiğiyle tatmin olmayan nefis, bu kez elde ettiğinden daha mükemmelinin peşinden koşmaya başlar. Onu da elde edene kadar mücadelesi devam eder.

İman etmeyen insanın dünya hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamaz. Çünkü istediği şeyleri Allah'ı razı etmek için değil, sadece nefsinin istek ve tutkularını razı etmek için istiyordur. Ve sahip olduğu herşey onun kibrini ve büyüklenmesini arttırmaktadır. Dünya hayatında bu derece azgınlaşarak, nefsini doyurmaya çalışanlar, asla huzurlu bir ruh haline sahip olamazlar.

Hayatını kendisinin şekillendirdiğini düşünme yanılgısındaki bu insanın, huzurlu bir yaşamı olamaz. Uğraşıp didinerek sonunda ideali olan bir işe,eve,paraya ve aileye kavuşan kişi,ancak bu kez de başka endişeler yaşamaya başlar.Ya sahip olduklarını kaybederse?..İşte bu kuruntular nedeniyle, iman etmeyenlerin ruh hali, cehennemin belalarla dolu karanlıklarında 'ne ölebilen ne de diri kalabilen' insanlarınki gibidir.

Allah, dünya hayatındaki zorlukları aşmanın ve gerçek mutluluğu yaşamanın yolunu gösterdiği halde, bile bile yüz çeviren insanlar yalnızca 'kendilerine zulmederler. Allah bu insanların durumunu Kuran’da şöyle bildirir:
"Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar." Yunus Suresi, 44

Kazandığı parayla, sahip olduğu iş, ev, aile ve gururlandığı kariyeri ile şımaran, kendini üstün gören, azgınlaşan insanların sonları da azap olacaktır. İnsanların sahip olduğu herşey Allah'ın onlara verdiği nimet ve ihsanıdır. İnsan elindekileri, ne kendi kazanmıştır ne de 'hak etmiş'tir. Bunun farkında olmayan insan, Allah'ın verdiği nimetler karşısında azgınlaşır, şımararak sevince kapılır, şükretmez. Allah sonsuz rahmet sahibidir bu nedenle Varlığını hatırlaması ve Kendisine yönelip şükretmesi için insanları birtakım olaylarla, zorluklarla ve felaketlerle uyarır. "Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar"Tevbe Suresi, 126

Dünya hayatında karşılaştıkları zorluklar, hastalıklar, iman edenler için kendilerini Allah'a yaklaştıran birer vesiledir. Oysa bu zor durumlar bazı insanların Allah'a isyan etmelerine yol açar. Sadece hastalık ve zorluk zamanında değil, her an Allah'a sığınan, O'nu çok anan müminler, her şeyin Allah'tan geldiğini ve çözümün de yine rahmet sahibi Allah'tan geleceğini bilirler. Ve gösterdikleri sabrın onları kurtuluşa götüreceğine inanırlar. Zorluk zamanları, iman etmiş bir insanın gösterdiği sabır ve tevekkülle, Allah'a olan sevgisini en güzel ifade edeceği zamanlardır. Bu, iman edenleri etmeyen insanlardan ayıran en büyük sırlardan biridir. Bu sırrı kavrayan müminler dünyada inkarcılardan tamamen farklı bir hayat yaşarlar.

Yüce Allah kullarını imtihan edeceğinin bilgisini pek çok ayette bildirmiştir;
Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.
Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." Bakara Suresi, 155-156

Bu belalar, insanlar için hatalarını fark etmelerini sağlayacak büyük birer fırsattır. Çünkü insanlar böyle anlarda Allah karşısındaki acizliklerini anlarlar. Bu durumda vicdanına kulak verebilen insan, hatalarını görür, hatalarını görebildiği için şükreder ve tevbe ederek Allah'a yönelir..

Ancak yine de hatalarının farkına varmaz ve tutkularının peşinde koşmaya ve şımarıp azgınlaşarak aldanmaya devam ederlerse, iman etmeyen bu insanların sonları mutlaka azap olacaktır. Yüce Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle bildirir:

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) da vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka birşey değildir. Hadid Suresi, 20

Allah, imandan uzak yaşayan insanların durumunu Kuran'da verdiği bir örnekle şöyle açıklamıştır:

"İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır.


Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.


Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, 'gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle'; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır.


Çakan şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini her aydınlattığında (biraz) yürürler, üzerlerine karanlık basıverince de kalakalırlar. Allah dileseydi, işitmelerini de görmelerini de gideriverirdi. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız."
Bakara Suresi 16….21

Allah'ın Kuran’da verdiği bu örnek, iman etmeyen insanların kayıplarını çok detaylı açıklamaktadır. Bu kimseler, iman etme imkanı varken, imansızlığı tercih etmişlerdir. Ancak, yaptıkları bu seçim onlara bir fayda sağlamamış, hidayeti, mutluluğu ve aradıkları hiçbir şeyi bulamamışlardır.

Kısacası; hırsla dünya hayatına yönelen insanın göz önünde bulundurması gereken en önemli gerçek şudur; Allah'a iman etmediği sürece dünyada her neye sahip olursa olsun asla gerçek huzuru bulamayacaktır.

Rabbimiz ile derin bağlantıda olmak, canından malından geçmek, en zor anda da şiddetli Allah aşkı ve muhabbetini diri tutmak müminlerin en önemli özelliğidir. İşte o zaman Allah'ın müminler üzerinde koruması başlar ve yaşamlarındaki her olay güzel sonuçlanır.

İTAAT EDENLERE ALLAH’IN MÜJDESİ

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\PHTSHP-MANZARA\Kahlaki_toplum03.jpg

İtaat, insanın Allah'a iman ettiğinin ve O'na kul olmayı kabul ettiğinin en açık göstergesidir. İnsanı sonsuz kurtuluşa kavuşturacak olan da ancak itaattir. Çünkü, "ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resulü'ne icabet edin" (Enfal Suresi, 24) hükmüne göre, elçi müminleri kendilerine "hayat verecek", kendilerini kurtaracak şeylere çağırmaktadır.

Bir başka ayet, elçinin müminleri kurtuluşa, özgürlüğe, ferahlığa çağırdığını ve kötülükten alıkoyduğunu haber vermektedir:

Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır. (Araf Suresi, 157)

Tüm buraya kadar aktardığımız ayetlerden, itaatin insanın Allah’ın yolunda ilerleyebilmesi ve mücadele edebilmesi için son derece önemli bir ‘ihtiyaç’ olduğu anlaşılmaktadır. Ahirette en adaletli hükmü verecek olan da Rabbimiz'dir. Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğu ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Her ümmetin bir resulü vardır. Onlara resulleri geldiği zaman, aralarında adaletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar. (Yûnus Suresi, 47)

Her insan-grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitaplarını okuyacaklar ve onlar, bir 'hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar' bile haksızlığa uğratılmazlar. (İsra Suresi, 71)

İtaat, kurtuluşun ve dünyada yaşadığımız hiçbir mutlulukla kıyaslanamayacak ve sonsuza dek sürecek mutluluğa açılan kapının anahtarıdır. Allah, Kendisine teslim olup itaat eden müminlere, Kuran’da pek çok ayette mutluluğun ve kurtuluşun anahtarını işaret etmektedir:

Kim Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. (Nur Suresi, 52)

Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Nisa Suresi, 13)

Ki O ( Allah), amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur. (Ahzab Suresi, 71)

Bediüzzaman Said Nursi de Risaleler 13.Söz’de, peygamberlerin, evliyaların ve gerçekleri araştıranların, “yüzde doksan dokuz ihtimâl-i katî(kesin ihtimal) ile,"İdâm ve zindân-ı ebedîden (sonsuz zindandan) kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyeye (sonsuz mutluluğa) çevirmek, yalnız imân ve itaat iledir" diye ittifakla haber verdiklerini söyleyerek itaat konusunun önemine dikkat çekmektedir.

Yüce Allah, Kendisine ve elçisine itaat eden müminlere Kuran’da çok önemli bir müjde vermektedir. Onları cennette, peygamberleri ve tüm salih kullarıyla aynı yurda yerleştireceği müjdesini;

Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar? (Nisa Suresi, 69)

AHİRETİN VARLIĞINA KESİN BİLGİYLE İNANMAK

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\PHTSHP-MANZARA\havuz_avlu.jpg

Allah hem insanları, hem diğer canlı cansız herşeyi, dünyadaki imtihan ortamının gereği olarak yaratmıştır. Bu gerçek bize Kuran'da haber verilmiştir;

"Bizim sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve gerçekten Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?" Müminun Suresi,115

İman etmeyen insanlar genellikle öldükten sonra yeniden diriltilecekleri gerçeğini kabul etmek istemezler. Bu kişiler ölümü düşünmek istemedikleri gibi, dirilişi de gerçek olarak görmezler ve ciddiye almazlar. Ancak bu düşünceden kaçmanın hiçbir faydası yoktur. Kuran'da bu insanların diriliş konusundaki alaycı tavırlarından örnekler verilmiştir:

O kimse ki, anne ve babasına: "Öf size, benden önce nice nesiller gelip geçmişken, beni (diriltilip) çıkarılacağımla mı tehdit ediyorsunuz?" dedi. O ikisi (anne ve babası) ise Allah'a yakararak: "Yazıklar sana, iman et, şüphesiz Allah'ın va'di haktır." (derler; fakat) O: "Bu, geçmişlerin masallarından başkası değildir" der.Ahkaf Suresi, 17

Dediler ki: "Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?"
De ki: "İster taş olun, ister demir."
"Ya da göğüslerinizde büyümekte olan (veya büyüttüğünüz) bir yaratık (olun)." Bizi kim (hayata) geri çevirebilir" diyecekler. De ki: "Sizi ilk defa yaratan." Bu durumda sana başlarını alaylıca sallayacaklar ve diyecekler ki: "Ne zamanmış o?" De ki: "Umulur ki pek yakında." İsra Suresi, 49-50-51

İmanı yaşamadıkları için gerçekleri kavrayamayan bu insanların, diriliş hakkındaki bu mantık dışı sorularına en güzel cevap Kuran'da şu şekilde verilmiştir:

İnsan, Bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiştir. Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: "Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?" De ki: "Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir." Yasin Suresi, 77..79

Kıyamet gününe, dirilişe, cennet ve cehenneme kesin bilgiyle iman eden müminler, dünyada Allah'ın rızasını kazanmak, ahirette de sonsuz cennetinde ağırlanmak için çalışırlar.

Gerçekte, insan için yok olmak diye birşey söz konusu değildir. İnsanın başlangıcı vardır, ancak sonu yoktur. O sonsuzluk da zaten başlamış durumdadır. Dünyadaki imtihan ortamı sona erdiğinde, ahirette ya sonsuz azap ya da sonsuz ödül yurdundaki hayat onu beklemektedir.

İman etmeyen insanların, tüm yaşamlarını Allah'a itaat etmeden, istek ve tutkularının peşinde geçirdikten sonra, hesaba çekilmek işlerine gelmez. Ahireti reddetmek amacıyla kendilerini kandırmaya çalışarak, ayetlerdeki gibi akıl ve mantıktan uzak örnekler verirler. Gözle görülemeyecek bir embriyodan, iskelet, sindirim, sinir, üreme, dolaşım gibi muhteşem sistemlere sahip ve düşünen, konuşan, akleden, 100 trilyon hücreden oluşmuş insanı yaratan Allah, yeniden dirilişi neden gerçekleştiremeyecektir? Üstün ilim sahibi yüce Allah herşeyi olduğu gibi, ahireti de yaratmaya kadirdir;

"Gökleri ve yeri yaratan, onların bir benzerini yaratmaya kadir değil mi? Elbette (öyledir); O yaratandır,bilendir. Yasin Suresi,81

Allah'ın bildirip uyardığı ahiret azabının şiddetini düşünmeyen ve buna bir türlü kesin bilgiyle inanmayan insan, sonunda mutlaka Allah'ın huzurunda bu gerçekle yüz yüze gelecektir. Sur'a üfürüldüğü gün iman etmeyen suçlu günahkarların tümü bir araya getirilecekler ve yaptıklarından hesaba çekileceklerdir.

Hiç kuşkusuz gerçekleşecek olan bu olaylara inanmayanların, sonsuza kadar azap içinde olacakları Kuran'da haber verilmiştir;

"Bu şüphesiz, onların ayetlerimizi inkar etmelerine ve ;"Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı,gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz? " demelerine karşılık cezalarıdır." İsra Suresi,98

Azabı hak eden insan, pişmanlığını ahiret gününde dile getirecektir. Allah, Kuran'da birçok ayette cehennem halkının pişmanlıklarını içeren konuşmaları haber vererek insanları uyarmaktadır;Ya da azabı gördüğü zaman: "Benim için bir kere daha (dünyaya dönme fırsatı) olsaydı da, ihsan edenlerden olsaydım" (diyeceği günden sakının). Zümer Suresi, 58

Dünyada yaşanan bütün pişmanlıklar zamanla telafi edilebilir. Ancak ahiretteki pişmanlığın asla geriye dönüşü olamaz. Ahret, dünyada yapılan iyi ve kötü amellerin karşılığının verildiği yerdir. İman etmeyen kişinin sonsuz cehennem azabına neden olan gaflet halinden kurtulması için, ahiretteki pişmanlığı ve hiçbir suçu telafi imkanının olmayacağını düşünmesi gerekir.

ÖLÜM ANININ BİLİNMEMESİ İMTİHANIN BİR SIRRIDIR

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\kum saati.jpg

Hayattaki en kesin gerçek olmasına rağmen, çoğu insan ölümü kendisinden uzak görür. Oysa 5 yaşındaki çocuk da, 70 yaşındaki dedesi de ölüme aynı uzaklıktadır. Bu gerçeği her gün gazete ve televizyon haberlerinden aldıkları ölüm haberlerinden de bilirler, ancak yine de ölümün kendilerinden uzak olduğunu ve daha yıllarca yaşayacaklarını düşünürler. İman eden insanlar için ise ölüm Allah'ın emridir ve gerçek hayata geçiş kapısıdır. Müminler ölümün, genç ya da yaşlı herkesin, her an hazır olması gerektiği en önemli gerçek olduğunu kavramışlardır.

Dinden uzak yaşayan bu insanlara göre bir yaşlının ölümü normaldir de, genç biri ölürse, arkasından; "yazık, vah vah, çok erken gitti", "hayata doyamadı", "ölüm ona hiç yakışmadı" gibi cahilce sözler söylerler. Oysa ölüm, Allah tarafından saati belirlenmiş bir gerçektir. Herkesin ölüm saati, tıpkı doğduğu saat gibi Allah Katında belirlenmiştir. Hiçbir ölüm tesadüfen gerçekleşmez.

"De ki; Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır.Sonra gaybı da müşahade edilebileni de bilen (Allah')a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir." Cuma Suresi,8

Söz ettiğimiz bu insanların aldıkları bir ölüm haberinden duydukları korku -ölen kişi yakınları dahi olsa- oldukça kısa sürer. Birkaç gün sonra 'normal hayat'larına dönerler."Hayat çok kısa, bu nedenle tadını çıkarmak lazım" düşüncesi, onların yaşam felsefeleri (!) olmuştur.

Allah insanlara dünya hayatında belli bir süre vermektedir. Bu süre içinde Allah onları arada uyarır ve çeşitli fırsatlar tanır. Bütün bunlar Allah’ın sonsuz merhameti nedeniyledir. İnsanların bu uyarı ve fırsatları dikkate alıp, hatalarını ve yaşamlarını düzeltmelerini ister. Kuran’da bir ayette insanlara belirli bir süre tanındığı şöyle açıklanmaktadır;


Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. Fatır Suresi, 45


Elbette ki Allah’ın tanıdığı bu süre sonsuza dek sürmeyecektir. İnsanların, bu sürenin bir gün aniden biteceğini, Allah’ın tanıdığı her fırsatın son fırsat olabileceğini düşünerek öğüt almaları ve ders çıkarmaları en doğru olandır.
Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar.Tevbe Suresi, 126


Kendi ölüm anını bilmemesi, insanın dünyadaki imtihanının bir sırrıdır. Ancak, ölüm olayındaki bu sırrı düşünüp, gerçeği çözebilen insanlar-Allah’ın dilemesiyle- iman edebilirler. Ahiretteki azabı bilen ve düşünen bir insan ne zaman öleceğini bilse, Allah'ın emirlerine karşı kayıtsız kalmaz, dünya hayatına dalarak ahireti ve hesap vereceğini unutmaz.


O, ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de, (insana) "İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir" (denildiği zaman da).Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu, tehdidin (gerçekleştiği) gündür. Kaf Suresi,19-20


Üstteki ayetlerde bildirildiği gibi, sarhoşluktan gerçeklere geçiş anında, dünya hayatının gerçekten kısa olduğu, artık geriye dönüşün de mümkün olmadığı anlaşılacak ve pişmanlıklar başlayacaktır. Ancak artık telafisi de yoktur.

YAŞAMDAKİ TEK KESİN GERÇEK: ÖLÜM

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\mezar.jpg

Her insanın yaşamındaki tek kesin gerçek ölümdür. Şu an, bu satırları okurken, dünyada çok az bir zamanınızın kaldığını ve örneğin, yarın öleceğinizi hayal edin. Sizin için neler anlam kazanır ve neler anlamını kaybederdi? İnsanın dünyadayken, "onun için hayatımı seve seve veririm" dediği çocuğunu dahi hesap gününün azabından kurtulabilmek için fidye olarak vermek isteyebileceğini düşününce?..

Acaba öldüğünüzde, Rabbinizin huzuruna çıkmaya ve 'ellerinizin önceden takdim ettikleri'nin hesabını vermeye hazır mısınız? Allah'ın tüm insanları yaratma nedeni olan kulluk görevinizi gereği gibi yaptınız mı?

Bir an Meryem Suresi'nde tasvir edildiği gibi; cehennemin çevresinde, tüm insanlarla birlikte diz çökmüş durumda olduğunuzu ve çılgınca yanan ateşi gördüğünüzü, korkunç uğultusunu işittiğinizi hayal edin. Allah'ın oradan kurtardığı takva sahiplerinden biri misiniz yoksa dizüstü çökmüş olarak bırakılan zulmedenlerden misiniz? Hangi gruptan olmaya layık olduğunuzu düşünüyorsunuz?

Ya da , cehennemden yükselen inlemeleri, çığlık seslerini , bir kez daha dünyaya geri dönmek isteyen pişmanlık dolu yalvarışları duysanız..

Ve bunlardan sonra dünyadaki yaşamınıza tekrar geri döndürülseniz. acaba nasıl bir yaşamı seçerdiniz? Mutlaka tarifi olanaksız bir korkuya kapılır, kendinizi samimiyetle bir gözden geçirir, bambaşka bir insan olurdunuz.

Hayatınızı tamamen değiştiririr, Allah'ın sınırlarını korumaya ve O'nun istediği gibi yaşamaya şiddetle özen gösterirdiniz. Asla ahiretinizi riske atacak davranışlar içine girmezdiniz. O zaman şu anki rahatlığınızın nedeninin ne olduğunu düşündünüz mü?

Unutmayalım ki, ‘o gün’ cehennemin çevresinde diz üstü çökmüş olarak kaldığımızda, kurtarılan takva sahibi insanlardan olmamamız ihtimalini düşünüp, ona göre yaşayalım. Çünkü cehennem, geri dönüşü olmayan, Allah'ın dilemesi dışında sonsuza kadar içinde kalınacak olan, 'kapıları kilitlenmiş' bir mekandır.

Furkan Suresi,13. ayette; “Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman orada yok oluşu isteyip-çağırırlar." buyrulmaktadır . Sadece bu pozisyonda sonsuza kadar kalmak bile dayanılabilecek bir durum değildir.

Cehennemde korkunç azap verici ve sıkıntılı bir yaşam vardır. .Yemek olarak darı dikeni, zakkum, içecek olarak irin ve kan... Yatmak için ateşten yatak ve yorgan. Sıkıntılı daracık yerler ve çılgınca yanan ateş. Sürekli bu ateşe sunulan inkarcılar…Ve sonsuza kadar süren, hafifletilmeyen bir ızdırap..

Belki bugün dünyadaki son günümüz, belki son haftamız, belki de son senemiz. Bunu bilmiyoruz. Zamanını bilmediğimiz ölüm ile karşılaşmadan önce tevbe edelim ve Allah’ın hoşnut olacağı imanlı bir hayat yaşamaya başlayalım...

Bir an, hesap günü kurulan terazide günahlarımızın ve sevaplarımızın eşit geldiğini düşünelim. Dünyadayken yapacağımız bir salih amelin, o dengeyi bozarak cennetimize vesile olabileceğini unutmayıp, Allah'ın hoşnut olacağı salih amellerde bulunalım.

Kuran’da söz edilen, ahirette iman edenlere özel 'nur'u, dünyada yaşarken ve inşaAllah vakit varken arayıp-bulmaya çalışalım..

"...Onlara; "Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp-bulmaya çalışın" denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır." Hadid Suresi,13

ÖĞÜT VE UYARI MÜMİNLERE YARAR SAĞLAR

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\aile4.jpg

Ortalama bir akla ve şuura sahip her insan, kendisine yapılan uyarıları dinler. Akılcı uyarıların kendisine yarar sağlayabileceğini bilir. Ancak bazı insanlar buna oldukça kapalıdır.Sabit fikirleri nedeniyle, dinlemek yerine kendi düşüncelerini karşı tarafa kabul ettirmeye çalışırlar.Bu insanlara özellikle, iman etmeleri konusunda yapılan uyarılar fayda vermez. Allah bu durumdaki insanlara Kuran'da dikkat çeker;

"Şüphesiz,inkar edenleri uyarsan da,uyarmasan da, onlar için farketmez; inanmazlar." Bakara Suresi,6

Allah Kuran'da kendisine yapılan uyarıları dinlemeyen insanları, ölüler, sağırlar olarak tanıtır;

"Çünkü gerçekten sen ölülere (söz) dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçan sağırlara da çağrıyı işittiremezsin." Neml Suresi,80

Bu insanlar delilleri de gördükleri halde neden uyarıları dinleyip iman etmezler?

Bu sorunun cevabı birkaç tanedir. Öncelikle dünya hayatına hırs derecesindeki bağlılıkları, vicdanlarının değil, nefslerinin isteklerini yerine getirmeleri, şeytanın etkisi altında olmaları, yüz çevirmelerine neden olur.Bu nedenle çeşitli mazeretlerle, tevillerle uyarılara kulak tıkar, iman etmekten kaçınırlar.

Şuuru kapalı bir durumda, sadece istek ve tutkularını tatmin için yaşayan insan, uyarıları dinleyip öğüt alamaz. Kuran’da, gerçek yaratılış amacını tamamen unutarak geçici ve eksik olan dünya hayatına razı olan insanlardan şöyle söz edilir;

"… Ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır." Tevbe Suresi, 38

İnsan, sonsuz hayatını tehlikeye atabilecek her türlü tavırdan sakınmalı, ahiretine yararlı olabilecek tüm öğüt ve hatırlatmalara açık olmalıdır. Sonsuz rahmet sahibi Allah Kuran'da, iman eden insanların uyarılardan yararlanabileceğini haber vermektedir:

"Sen öğüt verip-hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, müminlere yarar sağlar." Zariyat Suresi,55

GENELLEME YAPARAK BİLE SAYILAMAYACAK NİMETLERE ŞÜKRETMEK

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\MEYVE RES\Brtlen.jpg

Bir örnek edinmeksizin Yaratan Yüce Rabbimiz’in bize verdiği tüm nimetler, insanın düşünmesi, Allah’a bağlanması ve O’na karşı olan aczini anlayıp şükretmesi içindir.

İnsanın iman etmesi için, sadece aldığı nefesi düşünmesi bile yeter. Nefes almak, bizim için bir reflekstir. Nefes almak için herhangi bir planlamaya ihtiyaç duymayız. Vücudumuzdaki muhteşem mekanizma, bulunduğumuz ortamlara ve durumlara göre ihtiyacımız olan oksijenin bir ayarlamasını yapar. Yürürken, koşarken, kitap okurken ve uyurken ihtiyacımız olan oksijen miktarı kusursuz bir şekilde hesaplanır ve vücudumuz kendisini buna göre ayarlar.

Bizi hayatta tutan sebepler oldukça fazladır ve çoğu da bizim hiçbir rolümüz olmadan gerçekleşir. Üstün Yaratıcı Rabbimiz, bize kusursuzca sunduğu bu sebepleri durmaksızın yaratmaya devam etmektedir. Bu nimet, düşünebilenler için, Allah’ın kudretini gereği gibi takdir ve O’na iman etmek için çok büyük bir nedendir.

Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. Nahl Suresi,18

Allah’ın insana verdiği nimetler, bu ayette de bildirildiği gibi sayılamayacak kadar çoktur. Özellikle diğer canlılardaki özellikler ile kıyaslandığında, insanların ne kadar çok özelliğe sahip olduğu anlaşılabilir. Örneğin, baş parmağı sadece insan kullanabilmektedir. Sadece insan gülebilir ve diğer hayvanların seslerini çıkarabilme özelliğine sahiptir. İnsan köpek, kuş ya da başka hayvanların ses taklitlerini yapabilir, ancak hayvanlar sadece Allah’ın vermiş olduğu kendilerine özel seslerini kullanabilirler. Hayvanlar belli yiyecekleri yiyebilirler, insanlar ise çeşit çeşit yiyeceklerle beslenmektedirler.

Bütün canlılar Allah’ın ilhamıyla, O’nun kendilerine verdiği görevlerini yerine getirmektedirler. Örneğin arı, Allah’ın ilhamıyla, ihtiyacı olmadığı halde insanlar için sürekli bal üretmektedir. Kuran’da söz edildiği gibi, canlı ya da cansız, yaratılmış herşey fıtratına göre davranmaktadır. Sadece insan hariç; o sahip olduğu bu kadar nimete rağmen nankörlük etmektedir. Hayvanlar teslimiyet gösterirken, insan Yaratıcısına teslim olmakta zorlanmaktadır. Kuran’da Allah’a iman etmeyen insanların ruh hali şöyle ifade edilmektedir:

Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. A'raf Suresi, 179

Ancak Allah’ın nimetlerinin farkında olan ve iman eden insanlar farklıdır. Allah onlar için kesintisiz bir ecri müjdelemektedir:

Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.
Sonra aşağıların aşağısına çevirdik. iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisi olmayan bir ecir vardır. Öyleyse bundan sonra, hangi şey sana dini yalanlatabilir?
Allah hükmedenlerin hakimi değil midir? Tin Suresi, 4-5-6-7-8

Allah’ın verdiği nimetleri, şükrederek ve sadece O’nun hoşnutluğunu kazanmak için kullanmak gerekir. Allah’ın bize sunduğu nimetler sadece maddi olanlarla sınırlandırılamaz. Allah’ın verdiği güç, kuvvet, ilim, konuşup kendini ifade edebilme özellikleri de bizlere verilmiş nimetlerdir. Yürümek için gereken gücü veren ve adımı attıran Allah’tır; o halde o adımı dünya hayatına ve şeytanın yoluna değil, Allah’ın yoluna atmak gerekir. Nutku verip konuşturan Allah’tır; ancak konuşurken Allah’ı anmamak büyük haksızlık olur. Allah, ilminden dilediği kadarını insana vermiştir ve o ilmin de Allah rızası için kullanılmaması büyük hatadır. Allah rızası için kullanılmayan bütün nimetler için ahirette organlarımız şahitlik edecektir. Allah Kuran’da, nimetlerden sorgulanacağımızı şöyle haber verir:Sonra o gün, nimetten sorguya çekileceksiniz. Tekasür Suresi, 8


Kimi insanlar çok büyük nimet ve güzellikler içerisinde yaşadıkları halde, bu nimetlerin Allah'ın kendilerine bir lütfu olduğunu gereği gibi düşünmezler. Rabbimizin kulları için yarattığı bu sayısız rızık ve güzelliğin var olmasını ve kendilerine sunulmuş olmasını, gaflet hali içerisinde sıradan bir olay gibi görürler. Ancak bu nimetlerden biri ellerinden gittiğinde, bunların değerini anlarlar.

Allah insanın tek dostu, yardımcısı ve koruyucusu, sığınıp yardım dileyebileceği tek Varlık’tır. Varlığını borçlu olduğu, her an onu koruyup kollayan, merhamet eden, nimetlendiren, rızıklandıran, yalnızca esirgeyen ve bağışlayan Allah'tır. Bu nedenle bu apaçık gerçekleri görmezden gelmek, elbette ki Allah'ın azabıyla karşılık bulabilir. Allah Kuran'da insanları bu gerçekle uyarmış, şükreden kullarına verdiği nimetleri de sürekli arttıracağıyla müjdelemiştir:

"Rabbiniz şöyle buyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz, Benim azabım pek şiddetlidir." İbrahim Suresi, 7

Yüce Rabbimiz'in lütfuna, merhametine, nimetine ve yakınlığına karşı nankörlük etmek, görmezden gelmek, dünyada ve ahirette, karşılığından çok sakınılması gereken bir davranıştır.

ALLAH YOLUNDA VADİLER AŞMAK

C:\Users\kişi\Desktop\vadi.jpg

İman edenler insanlar, hayatları boyunca Kuran ahlakını insanlar arasında yaygınlaştırmak ve diğer insanların Allah'a iman etmelerine vesile olmak için büyük çaba içinde olurlar. Bu Allah’ın Kuran’da müminlere bildirdiği kesin bir emridir. Ancak bazı inkarcı gruplar da, tarih boyunca hep müminlerin karşısında yer almış, onları çeşitli baskılarla engellemeye çalışmışlardır. İşte müminler hem şeytana, hem de inkar edenlere karşı malları ve canlarıyla mücadele verirler.


Samimi ve sadık mümin olmanın ölçüsü, Allah rızasını kazanmak için şiddetli istek duymak ve bu yolda fedakarlıklar göstermektir. Kuran’da Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında yaşanan bir olayın anlatıldığı Hucurat Suresi’ndeki ayetlerde mümin tanımlaması şöyle yapılmaktadır:


Bedeviler, dedi ki: "İman ettik." De ki: "Siz iman etmediniz; ancak "İslam (müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç bir şeyi eksiltmez. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Hucurat Suresi, 14)


Bir sonraki ayette ise, “Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü’ne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla mücadele ettiler. İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 15) buyrularak, gerçek müminlerin Allah’a ve elçisine iman ve itaat eden, içlerinde hiçbir kuşku duymadan Allah yolunda malları ve canlarıyla mücadele eden kimseler oldukları bildirilmektedir..İşte onlar sadık müminlerdir.


Tek amacı Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak olan mümin, kalbine imanı –Allah’ın izniyle- yerleştirmiş, malını ve canını Allah’a satmıştır ve O’nun rızası dışında hiçbir şeye yönelmeyecektir. Bu nedenle samimi bir müminin yaşamı şeytana, inkarcılara ve sistemlerine karşı mücadeleyle geçer. Şeytan vardır ve gerçektir. Mümin, önünde uzanan iki yoldan şeytanın yolunu değil, Rabbinin yolunu seçer ve bütün bu gerçeklerden habersiz gaflette yaşayan insanları da seçtiği o dosdoğru yola hikmet ve güzel öğütle davet eder:


Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125)


İnsan iman edip Rabbimiz’in yolunu seçtiğinde, elbette ki bu yolda çeşitli engellemelerle karşılaşacaktır. Bu yol, kendisini şaşırtıp saptırmak için var gücüyle çalışan ve kendine bunu amaç edinmiş olan şeytanın kurduğu pusularla doludur. Kısacası bu yol engebeli bir yoldur, ancak Allah kolay olanda başarılı kılacağını bildirmektedir. Allah'ın hoşnutluğunu arayan bir mümin için dışarıdan bakıldığında sıkıntı ve zorluk gibi görünen olaylar, Allah'ın dünyada bir imtihan olarak yarattığı ve müminin tevekkül, sabır ve teslimiyetinin denendiği olaylardır. Ve tüm bu zorluklar batınında Allah'ın rahmeti ve yardımıyla kolayca aşılacaktır. Samimiyetle Alllah’a yönelmiş mümin için artık bu yolda aşılan her vadi, Rabbimizin Katında daha güzeliyle karşılık bulacaktır:


Küçük, büyük infak ettikleri her nafaka ve (Allah yolunda) aştıkları her vadi, mutlaka Allah'ın yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi için, (bunlar) onlar adına yazılmıştır. (Tevbe Suresi, 121)


Allah'a karşı derin iman ve diğer insanların da imanına vesile olmak için gösterilecek çaba, dünyada Rabbimiz’in yardımına, sonsuz hayatta kurtuluşa kavuşturur. Allah'ın her zaman müminlerle beraber olduğuna inanan, O’nu dost ve veli edinmiş bir mümin, hayatının her anında Allah’ın yardımının tecellilerini görecektir:


Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslama ve Müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır. (Muhammed Suresi, 7)

KADERDE BELİRLENMİŞ İMTİHAN VE ALLAH’IN KENDİSİNİ HATIRLATMASI

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\AFETLER\untitled12.bmp

İnsanların içerisine düştükleri yanılgılardan biri de kendileri için neyin iyi, neyin kötü olduğunu tam olarak bilememeleri ve bunun sonucunda yaşadıkları sıkıntıdır. Karşılaştığı olumsuz gibi görünen bir olayın kendisi için hayır olmayacağını düşünen insan, büyük yanılgıya düşmüş olacaktır. İnsan kendisi için neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemez. Yüce Rabbimiz, dünya hayatındaki imtihanın bir gereği olarak insanları hem hayırla hem de şerle imtihan etmektedir. Allah bu önemli sırrı Kuran'da şöyle haber vermektedir:

"...Biz sizi şerle de hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz Bize döndürüleceksiniz. " (Enbiya Suresi 35)

Bu gerçeğe iman eden ve yaşamını Allah'ın hoşnutluğu üzerine kuran insan için, Allah’ın karşısına çıkardığı her olay en hayırlı şekilde sonuçlanır. Allah Kuran’da, her olayı insanın görebildiği ve göremediği pek çok hikmetle yarattığını şöyle bildirmektedir:

"...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz. " (Bakara Suresi, 216)
Bu, bütün yaratılmışları düzenle ve dengeyle idare eden Allah’ın sonsuz ilmidir. Kuran’da Yüce Allah’ın ”yeryüzünde bir halife” yaratacağını bildirdiğinde, meleklerin “yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dedikleri haber verilmektedir. Yüce Allah ise meleklere; “Sizin bilmediğinizi Ben bilirim” (Bakara Suresi, 30) şeklinde buyurmaktadır. Melekler, O’nun Katında oldukları halde Rabbimiz’in ilmini anlayamamaktadırlar. Melekler de, insanlar da Allah’ın ilminden ancak dilediği kadarını bilebilirler.

İnsanın başına gelen her olayı, herşeyi en iyi bilen Allah yaratmaktadır. Rabbimiz, yarattığı insan için neyin iyi neyin kötü olduğunu da en iyi bilendir. Bunun aksini düşünmek Allah'ın kadrini gereği gibi takdir edememek olacaktır. Bu nedenle bir müminin yapması gereken, inananlar için daima en hayırlı olanı yaratan Allah'ın kendisi için belirlediği kadere teslim olmaktır. Kaderi Allah yazmış, planlamıştır, olayların gidişine göre değişmez. Müminlerin Allah’a sevgisi güçlüdür ve Allah müminlerin kötülüğünü dilemez. İnananlar, başlarına gelen musibete kader gözüyle bakıp, Allah’tan olduğunu düşününce zorluk çekmezler:

Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)

Yüce Rabbimiz verdiği musibetlerle, adeta derin uykuda olan insanı sarsarak uyandırmakta ve Kendisini hatırlatmaktadır. Zorluk anları da Allah’la en yoğun bağlantıda olunan anlardır. Bunun farkında olan ve gerçek anlamda iman eden insan, imtihan olmak için Allah’a dua eder. Çünkü imtihan olmayı, ”..Onlar Allah’ı unuttular, O da onları unuttu” (Tevbe Suresi,67) ayetindeki ifade nedeniyle Allah tarafından unutulmamanın işareti olarak görür.

ALLAH’IN AYETLERİNİ GÖREBİLMEK

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\Fauna\Slide4.JPG

Evrenin ve içindeki herşeyin, en küçük detaylarına kadar, sonsuz güç ve ilim sahibi Allah tarafından yaratıldığı açık bir gerçektir. Etrafımızda gördüğümüz herşey Allah'ın varlığının kesin birer delilidir.

Allah’ın varlık delillerini her yerde görmek mümkündür. Yüce Rabbimiz’in büyüklüğünü, yüceliğini, gücünü ve kudretini kavrayabilenler için, gökyüzündeki tonlarca ağırlıktaki bir yağmur bulutu, bir kelebeğin kanadı bile Allah’a iman etmek için yeterlidir. Tüm varlıkları yaratan ve her an kontrolünde tutan Allah’ın, eşsiz ve benzersiz sanatıyla yarattığı mucizevi tasarımlarını sergilemediği tek bir santimetrekare yoktur. Bu eserlerin sadece biri bile, bir insanın -Allah’ın dilemesiyle- iman etmesine sebep olabilir. Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyurur:

Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
Enam Suresi, 95

Kuran'da Allah'ın varlık delilleri olan herşey "ayet" olarak tanımlanır. Allah'ın ayetleri, tüm evrende ve insanın kendi nefsinde de vardır. Kuran'da bu gerçek şöyle ifade edilmiştir;


"Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler (deliller) vardır. Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?" Zariyat Suresi, 20-21

Allah, evrende tanık olduğumuz bütün olayları sebeplere bağlı yaratmıştır. Bilim de bu kuralları açıklayabilmek için, bu sebepleri incelemektedir. Bilim adamları doğadaki bütün olayların, doğa kanunlarının sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde gerçekleştiğini düşünür. Hatta doğal bir olayın bilimsel olabilmesi için bu ilişkinin şart olduğunu iddia ederler. Anca bunu iddia edenler oldukça büyük çelişki yaşamaktadırlar. Elbette bazı şeyler -bilimsel olgular da dahil -aslında bir sebebe dayanır ama her şey, bir sebep olmadan da var olabilir. Bu gerçeği bazı bilim adamları da itiraf ederler.

Ve doğaldır, bilimin sebep-sonuç ilişkisi içinde açıklamaya çalıştığı her olay, insanlarda ülfet oluşturmaktadır. Oluşan ülfet perdesi de, küçük bir örnek olan tohuma bile basit bir açıklama getirmemize neden olmaktadır. Oysa Allah’ın yarattığı herşey mucizevi özelliklere sahiptir. Her birinde bilimin doğal sebepler olarak açıkladığı, ancak gerçekte Allah’ın eşsiz yaratma sanatına delil oluşturan muhteşem detaylar vardır. Küçücük bir tohum, ait olduğu bitkinin bütün özelliklerini taşıyan bilgi içermektedir. Minicik bir tahta parçası(!), hangi bitkiye aitse, o bitkiyi oluşturmakta, şeftalileri, hindistan cevizini, armutları, kayısıları, böğürtlenleri, portakalları, karpuzları, biberleri, domatesleri ve hatta onlarca metre yüksekliğindeki ağaçları meydana getirmektedir. Ancak çoğu insan bu konuya, “işte bu tohum toprağa ekiliyor, zamanla su ve güneş ışığının etkisiyle büyüyüp, ait olduğu bitkinin oluşumuna neden oluyor” şeklinde basit bir açıklama getirmektedir.

Bilimi sebep-sonuç ilişkisi üzerine kurmaya çalışanlar, gerçekte büyük sıkıntı yaşamaktadırlar. Bu sıkıntının nedeni evrenin başlangıcı olan olaydır: Büyük Patlama ya da orijinal adıyla Big Bang. Astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. Canlılık ve fiziksel varlıklar bilim adamlarınca sebep-sonuç ilişkisi ile “maddenin zaman içinde birbiriyle etkileşimi” olarak açıklanmaktadır. Ancak maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı o başlangıç anını maddi bir sebeple açıklamak imkansızdır. Büyük Patlama, tüm evrenin tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır:

"O gökleri ve yeri yoktan var edendir..." Enam Suresi, 101


Allah Kuran’da, bizi yarattıklarıyla ilgili düşünmeye yönlendirmektedir. Yaratılmış herşeye Kur’an gözüyle bakıldığı zaman ise, insan, sebeplerin sadece zahiri olduğunu anlayabilir ve ülfet perdesini aralayabilir. Kuran bizim bu perdeleri teker teker kaldırmamızı sağlamakta, Allah'ın ayetlerini görmemize yol açmaktadır. İşte o zaman zahiri sebeplerden batıni sebeplere geçmemiz mümkün olabilir.


Dünyada yaşamı ayakta tutan tüm sistemler de mucizevi dengeler üzerine kurulmuştur. Bu dengelerde en ufak bir oynama ya da sapma bile olsa, yaşam imkansız bir hale gelebilir. Bunlar öyle hassas dengelerdir ki, biraz inceleyince hepsinde olağanüstü bir hesap ve tasarım olduğu hemen fark edilir. Örneğin; Dünya, güneş çevresinde dönerken öyle bir yörünge çizer ki, her 29 km. de bir doğru çizgiden yalnızca 2.8 milimetre sapar. Eğer bu sapma 0.3 milimetre az veya 0.3 milimetre daha fazla olsa, yeryüzündeki canlılar donarak veya kavrularak ölürlerdi. Küçücük bir bilyenin bile milimetrik hesaplarla aynı yörüngede dönebilmesi neredeyse imkansızken, dünya dev kütlesiyle böylesine mucizevi bir dönüşü gerçekleştirmektedir.

İnsanların çoğu, Allah'ın varlığına inanıyor olsalar da, Allah'ın "herşeyi yaratıp kendi haline bıraktığı" –Allah’ı tenzih ederiz- sonra bu düzenin kendi kendine devam ettiği şeklinde sapkın bir inanca sahiptirler. Oysa evrende meydana gelen bütün olaylar, Allah'ın izniyle, O'nun bilgisinde ve kontrolünde gerçekleşir.

Akıl ve vicdan sahibi bir insan, yalnızca kendi vücudu hakkında düşünse, çok üstün bir yaratılışın eseri olduğunu anlayabilir. Örneğin; vücudumuzdaki damarların toplam uzunluğu 100.000 kilometreden fazladır. Damarlarımız uç uca eklendiğinde dünyanın etrafını 2,5 defa dolaşacak bir uzunluğa erişir. Ayrıca vücudumuzda son derece düzenli işleyen, birbiriyle uyumlu kompleks sistemler vardır. Bu da, tüm evren gibi insan vücudunun da üstün bir akıl tarafından tasarlanarak yaratıldığını göstermektedir. Akıl sahibi insanlar için her yerde Allah'ın delillerinin bulunduğu ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler (deliller) vardır. Onlar ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." Al-i İmran Suresi, 190-191

İnsan tek bir tohum tanesinde bile Rabbimiz'in gücünü ve büyüklüğünü görebilir. İşte bu nedenle, Allah'ın varlığına kanaati gelen bir insanın, karşılaştığı güzellikler üzerinde düşündükçe inancı pekişecek, imanı güçlenecektir. Çünkü tüm varlıkları, alemlerin Rabbi olan Allah yaratmıştır ve yeryüzünün her santimetrekaresinde O'nun kudreti hakimdir. Evrendeki her detay, sonsuz kudret ve ilim sahibi Allah'ın varlığını bize kanıtlayan açık birer delildir. Ancak insanın, göklerde ve yerde sürekli yaratılan bu delilleri görmemesi, Allah'ın sonsuz gücünü takdir edip, iman etmesini engeller.

ALLAH DERİN DÜŞÜNMEMİZİ EMREDER

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\düşünmek4.jpg

Yüce Rabbimiz, Kuran'daki pek çok ayette insanları düşünmeye davet etmektedir. İnsan, herşeyi yoktan var eden, sonsuz güç sahibi Yüce Yaratıcıyı takdir edebilme gücünü, Allah korkusunu ve Allah'a olan yakınlığını derin düşünerek arttırabilir.

Allah Kuran'ın birçok ayetinde "...yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?"(Nahl Suresi, 17), "...düşünen bir topluluk için deliller vardır" (Bakara Suresi, 164) ifadeleriyle düşünmenin önemini bildirmiş ve üzerinde düşünmemiz için sayısız delil yaratmıştır. Çevremizde gördüğümüz herşey Allah'ın bir tecellisi ve yaratılış delilidir. Bu nedenle gökler, yer ve bunların arasında bulunan herşey insanın düşünmesi için birer vesiledir. Bir ayette şöyle buyrulur:

"Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı, sonra arşa istiva etti. Sizin O'nun dışında bir yardımcınız ve şefaatçiniz yoktur. Yine de öğüt alıp -düşünmeyecek misiniz? Secde Suresi,4

İnsanlar gün içinde birçok konu hakkında düşünürler. Ancak bu düşüncelerin büyük bir kısmı ahireti için fayda vermeyecek, "boş ve gereksiz", insanı hiçbir sonuca götürmeyen, insana hiçbir şey kazandırmayan yararsız düşüncelerdir. Oysa önemli olan, insanın yaşamının her anında olayların sebeplerini, hikmetlerini araştırarak gerçek anlamda “derin bir şekilde” düşünmesidir.

Derin bir şekilde düşünen insan, kahvaltı yaparken bile Allah'ın eşsiz nimetlerini tefekkür edebilir. Örneğin, protein, vitamin ve mineral deposu olan yumurtanın oluşumu mucizevi bir olaydır. Yumurtanın sarısı ve akı, tavuk vücudunda ayrı ayrı yerlerde imal edilir ve on altı saat kadar süren bir işlemle ambalajlanır.

Parmaklarınızla iki ucundan ne kadar kuvvetle bastırsanız, kırılmayan yumurtanın sağlamlığının yanısıra pürüzsüz ve kusursuz bir şekli de vardır. Normalde çok iyi bir kalıba ve tezgaha ihtiyaç duyan böyle bir eser, içinde hiçbir kalıp bulunmayan tavuk vesilesiyle bize sunulmaktadır. Modern teknoloji tavuğun besininden veya kanından yumurta yapabilecek bir fabrikayı kuramamıştır. Kırıp çöp sepetine attığımız bu mükemmel ambalaj, mimarisi ve estetiğiyle akılları hayrete düşüren bir sağlamlık, pratiklik ve geometri şaheseridir. Bir yumurtadaki Allah'ın yaratma sanatına duyulan hayranlık, Allah’ın izniyle insanın imanını artırır. Kişi, Allah'ın kudretini ve sanatını görür, O'nu bütün noksanlıklardan tenzih eder ve Allah'a yakınlaşmaya bir yol bulur..

Etrafımızdaki herşey Allah’ın benzersiz yaratma sanatının birer delilidir. Bu delillere sadece bakmak bir anlam ifade etmez. Baktığımız herşeyi görmemiz ve üzerinde düşünmemiz gerekir. Çevremizdeki güzellikler üzerinde tefekkür ederek muhteşem yaratılışlarını farkedebilir, Allah'ın üstün yaratmasını kavrayabiliriz.

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." Al-i İmran Suresi, 191

Ayette de belirtildiği gibi hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır. Ancak derin düşünen insan Allah’ın yüceliğini, büyüklüğünü kavrar ve korkusu artar. Bütün bunları önemsemeden geçmek ve düşünmemek, Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmek anlamına gelir. Kuran'da pek çok yerde, Allah'ın ayetlerinden ve yaratılışın delillerinden yüz çevirenlerin, inkarcılar olduğu vurgulanır.

Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. Enbiya Suresi, 32

Hayır, sen (bu muhteşem yaratışa ve onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay edip duruyorlar. Saffat Suresi, 12

Size kendi ayetlerini gösteriyor; artık Allah'ın ayetlerinden hangisini inkar ediyorsunuz? Mü'min Suresi, 81

İman etmeyen insanlar ise, "O gün cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu hatırlamadan) ona ne fayda?" (Fecr Suresi, 23)ayetinde de haber verildiği gibi ancak cehennemi gördüklerinde gerçek anlamda düşünmeye başlarlar.

Bu kişiler o ana kadar, dünyadaki yaşama amaçlarını, çevrelerindeki canlılardaki ve evrendeki yaratılış mucizelerini, Allah'ın Kuran'daki emir ve yasaklarını, kısacası kendilerine gerçek anlamda yarar sağlayacak konuları hiç düşünmemişlerdir. Bir gün öleceklerini ve Allah’ın huzurunda hesaba çekileceklerini akıllarına getirmemişlerdir.

Ülfet, yani etraftaki herşeye alışkanlık gözüyle bakmaktan kaynaklanan durum, kimi insanların düşünmelerinin ve iman etmelerinin önündeki engellerden biridir. Ülfetten kurtulmuş, şuuru açık ve düşünebilen bir insan, olayları hikmetleriyle düşünebilecek bir akla sahip olur. Ve baktığı her yerde Allah’ın yarattığı herşeydeki güzellikleri ve detayları inceleyip düşünen bir insan, Allah’ın izniyle imanı kazanır.

ALLAH ADINA ŞİRK KOŞANLARIN YAŞADIKLARI 'DİN'

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\hurafe.jpg

Toplumda, kendilerince birtakım hükümler, helaller, haramlar koyan ve böylece Allah’a şirk koşarak yaşayan müşrik bir kesim vardır. Bu insanlar, dini kendi istek, arzu ve çıkarlarına göre değiştirir, kendilerine göre yorumlarlar ve özünden saptırırlar. Kuran hükümlerinde eklemeler, çıkarmalar ve değişiklikler yaparlar. Kurdukları, artık gerçek dinle ilgisi olmayan yeni batıl bir dindir. Kuran’da, kendi sınırlarıyla kurdukları batıl dine tabi olan bu insanlardan çok fazla ayette söz edilir;


Hiç şüphesiz Allah'a ve Resûlü'ne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp kendileri sınır koymaya kalkışmakla) başkaldıranlar; işte onlar, en çok zillete düşenler arasında olanlardır. Mücadele Suresi, 20


Allah'ın adı bu insanların kalbine girmemiştir, sadece dilindedir. Müşrik, Allah'a doğrudan yönelemez, araya aracılar koyma ihtiyacı duyar. Araya koyduğu bu aracıların, kendisine Allah Katında yardımcı olacaklarını düşünür. Oysa bunlar onu Allah'tan daha çok uzaklaştırır, şirk koşmasına neden olur. Müşriklerin, Allah’ın huzurunda şefaatçi olacaklarını zannettikleri aracıları putlaştırdıkları Kuran'da şöyle haber verilir:


Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: "Bunlar Allah Katında bizim şefaatçilerimizdir" derler. De ki: "Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve Yücedir." Yunus Suresi, 18


Müşrik Kuran'ı bilmediği için, Kuran ahlakına da sahip değildir. Hareketleri ve konuşmaları da Kuran dışıdır. Kuran'dan uzak olduğundan, onun müminlere sunduğu bütün nimetlerden, bütün ilimlerden, bütün ahlaki güzelliklerden yoksundur.


Ayrıca müşrikler mutsuz ve karamsar bir ruh haline sahiptirler. Şirk koştukları için sıkıntılar, belalar, zorluklar peşlerini bırakmaz. Bu sıkıntılar, onların azap ve aşağılanmalarının dünyadaki başlangıcıdır. Temizlik anlayışları da yoktur, pistirler.


Tüm bu özelliklerinden dolayı, din adına ortaya çıktıklarında, insanları din ahlakından uzaklaştıran son derece itici bir görünüm sergilerler. Din ahlakına hizmet ettiklerini, dinsizlikle mücadele ettiklerini zanneder, fakat dine çok fazla zarar verirler. Kuran'ın yaşamayan, Allah'ı gerçek anlamda tanımayan bu cahil insanlar, imanı tanımamış olan kişileri Kuran'dan uzak tutacak her türlü batıl inancı savunurlar. Ayetlerde de belirtildiği gibi, 'zan ve tahminle yalan söyleyen’ bu insanların ileri sürdükleri deliller de tamamen Kuran dışıdır.


İmanı ve dini henüz tanımamış insanlar, bu müşrik grubunun İslam'ı temsil ettiğini düşündükleri ve onların sürdürdüğü yaşamı itici buldukları için, iman etmekten kaçınırlar. Oysa bu kesimin gerçek dini ve Kuran ahlakını yaşamadıkları çok açıktır. Vicdanıyla bakan biri, bu insanların Kuran'dan ve Kuran ahlakından haberi olmayan cahil insanlar olduklarını ve gerçek İslam'ı değil, uydurdukları sapkın bir dini benimsediklerini anlayabilir.

CAHİLİYE TOPLUMUNDAKİ YANLIŞ TELKİNLER

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\AİLE RES\aile6.jpg

“FAZLA DÜŞÜNMEK İYİ DEĞİLDİR” TELKİNİ

Cahiliye toplumlarında derin düşünmenin pek makbul olmadığına dair yaygın bir inanç vardır. Hatta insanlardan bazıları birbirlerini “fazla düşünme delirirsin” diyerek uyarırlar. Bu, dinden uzak insanların uydurdukları yanlış bir düşüncedir. İnsanın kaçınması gereken şey düşünmek değil, olumsuz düşünmek, kuruntulara ve vesveselere kapılmaktır.

Düşünmek; insanın Allah’a yakınlaşması ve imanının artması için yerine getirmesi gereken bir ibadettir. Allah Kuran’da –toplumdaki çarpık inanışın aksine- ancak iyiden iyiye düşünenlerin öğüt alabileceğini haber verir;

(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Sad Suresi,29

Allah’a ve ahiret gününe inanan, akıl sahibi bir insan dünya hayatının geçici olduğunu düşündüğünde bambaşka sonuçlara varır. Düşünmesi, her şeyden önce dünyanın geçici olduğunu anlaması, ahiretteki gerçek ve sonsuz hayatı için çok şevkli bir çaba içerisine girmesine neden olur. Buradaki yaşamın er ya da geç biteceğini bildiği için nefsinin istek ve tutkularına, dünya metaını elde etme hırsına kendini kaptırmaz. Bu geçici hayatta meydana gelen hiçbir olay onu üzmez, Allah’a güvenip dayanır. Tek amacı Allah’ın hoşnut olduğu kullarından olmaktır ve O’nun cennetine kavuşmanın umudunu taşır.

İnsanın düşünmemekten dolayı flulaşan görüşü, öldükten sonra ahirette hesap verirken netleşecektir. Oysa insan dünyada iken de şuurlu bir bakış açısına sahip olabilir. Çözüm de çok açıktır; vicdanının sesini dinleyip, samimi olarak düşünen her insan bu gaflet halini üzerinden atabilir. Ayrıca bir insan, Allah’ın benzersiz yaratmasının evrende, canlılardaki delillerini araştırır, bunların tümünü derin derin düşünerek kavrarsa, sonucunda Allah’ın gücünü ve büyüklüğünü gereği gibi takdir edip, Allah’ın dilemesiyle samimi imanı yaşayabilir.

“Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp-düşünmez misiniz?” Nahl Suresi, 17

“CEHENNEMDE BİZE YER KALMAZ” TELKİNİ

Cahiliye insanlarının öne sürdükleri bir başka ilkel mantık daha vardır: Cehennemin dar ve kısıtlı bir yer olduğunu ve buraya ancak az sayıda insanın sığabileceğini zannederler. Dünya üzerinde asırlardır gelmiş geçmiş tüm insanların sayısını da düşününce, bu kalabalığın cehennem için çok fazla olduğu kanaatine varırlar. Bu durumda da kendilerinden önce daha günahkar ve daha azgın karakterli insanların cehenneme konulacağını ve kendilerinin de cennete gireceklerine inanırlar.

Cahiliyenin ortaya attığı bu mazeret tümüyle yanlıştır. Allah sonsuz kudret sahibidir ve örneksiz yaratandır. Yüce Allah, istediği zaman istediği genişlikte bir mekan yaratabilir. Bu nedenle cehennemin dolması ve sığmayan insanların cennete konulması gibi bir durum söz konusu değildir. Ayrıca Kuran’da bize cehennemin, inkar edenlerin sayısı ne kadar çok olursa olsun, hepsini alacak ve hatta daha fazlasını soracak kadar geniş ve sınırsız bir yer olduğu bildirilmiştir:

O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek. Kaf Suresi, 30

Cehennem nedir, sen bilir misin? Ne alıkoyar, ne bırakır. Beşere delicesine susamıştır. Müddessir Suresi, 27-29

Her insan hayatı boyunca yaptığı iyi ve kötü tüm işlerden sorumlu tutulacak ve ahirette bu tavırlarının karşılığını eksiksiz olarak görecektir. Bu, Allah’ın sonsuz ve mutlak adaletinin bir gereğidir. Bu nedenle dünya hayatını Allah’tan ve O’nun emirlerini uygulamaktan uzak olarak geçiren kişilerin, -Allah’ın dilemesi dışında- ahirette herhangi bir sebeple cehennem azabından kurtulmaları mümkün değildir. Kuran’da, Allah’ın mutlak adaleti şöyle açıklanır:

...Onlar, ‘bir hurma çekirdeğindeki iplikçik kadar’ bile haksızlığa uğratılmazlar. Nisa Suresi, 49

“HAYATIN GERÇEKLERİ VARDIR” TELKİNİ

Allah’ın emirlerini gözetmeden, yalnızca nefsinin istek ve tutkuları doğrultusunda yaşayan bir kişi kendisinin özgür bir insan olduğu hissine kapılabilir. Oysa, din dışı bir hayatı benimseyerek özgürlüğüne kavuşacağını sanan kişi, aslında tâbi olduğu din dışı sistemin kölesi olmuştur.Artık bu sistemin birçok zorlayıcı, kısıtlayıcı örf, adet ve geleneklerine, sayısız sosyal kuralına uymak zorundadır. Sonuçta, yalnızca Allah’ın kulu olmaktan kaçıp binlerce sahte ilahın emrine girer. Kuran’da bir ayette şöyle buyrulur:

Yardım görürler umuduyla, Allah’tan başka ilahlar edindiler. Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri, onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir. Yasin Suresi, 74-75

Cahiliye toplumlarında insanlar ‘hayatın bazı kesin gerçekleri’ olduğuna inanırlar. Onlara göre ‘fakirin ezilmesi’, ‘iyilik yapmanın saflık olması’, ‘doğru söyleyenin dokuz köyden kovulması’, ‘paranın her kapıyı açması’ gibi prensipler ‘hayatın gerçekleri’dir. Bu çarpık bakış açısına göre hayat kesin olarak bu kurallara göre yaşanmaktadır. Ve onlara göre, ‘dünya tersine dönmedikçe’ bu kurallarda hiçbir değişiklik olmayacaktır.

Bu din dışı sistemin esiri haline gelmiş insanların hayatın gerçekleri olarak tanımladıkları kuralların, ‘imanın gerçekleri’yle hiçbir benzerliği yoktur. İmanın gerçekleri üzerine kurulu yaşamın da, doğal olarak bu azap dolu yaşamla uzaktan yakından hiçbir benzerliği yoktur. Bu vicdana ve Kuran’a tamamen ters yaşam , Allah’ın iman etmeyenlere ahirette vaadettiği azap dolu yaşamın başlangıcıdır. Özgür olmak adına imanı yaşamaktan kaçınan insanın, ahirette zincirlere vurulacağını ve üzerine kilitlenmiş daracık mekanlarda sonsuza kadar hapis hayatı yaşayacağını bilmesi gerekir;

Boyunlarında demir-halkalar ve (ayaklarında) zincirler olduğu halde sürüklenecekler; Mü’min Suresi, 71

Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. Furkan Suresi,13

Oysa Allah, elçilerini vesile kılarak insanların yüklerini ve üzerlerindeki zincirleri indirdiğini bildirmekte, onları hayat verecek kurtuluş yoluna davet etmektedir. Bir ayette Peygamberimiz (sav) hakkında şöyle buyrulmaktadır:

“Onlar ki yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye uyarlar; o onlara marufu emrediyor, münkeri yasaklıyor, temiz şeyleri helal murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.” Araf Suresi, 157

GERÇEK ‘KALP TEMİZLİĞİ’ NEDİR?

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\yen insan\isnn\cocuk2lc1.jpg

Cahiliye toplumundaki en yaygın inanışlardan biri, "kalp temizliğinin yeterli olacağı" düşüncesidir. Bu kişiler, dinden çok uzak yaşadıkları halde, kalplerindeki bu ' temizlik' nedeniyle kendilerinin doğru yolda olduğuna inanırlar. Kendilerince iyi insanlardır ve kimseye bir zararları yoktur. Bu durumda, eğer ahiret hayatı ile karşılaşsalar bile, cenneti hak etmek için önlerinde hiçbir engel olmadığını düşünürler. Ancak bu mantığa Kuran'dan hiçbir delil gösteremezler. Çünkü bu tamamen kendilerine ait bir inançtan ibarettir. Kuran'da onların bu sapkın inançları şöyle ifade edilmiştir:

Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet taddırsak, mutlaka: "Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O'nun Katı'nda benim için daha güzel olanı vardır." der. Ama andolsun Biz, o kafirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azabtan taddıracağız. Fussilet Suresi, 50

Ayette görüldüğü gibi, kendilerini bu şekilde avutan insanların samimi bir imanları ve kıyamet gününe dair kesin bir kanaatleri yoktur. Kendilerince, "cennetlik olduklarına inanma" gibi bir psikoloji geliştirerek vicdanlarını rahatlatmaktadırlar. Cehenneme girebilecekleri akıllarına geldiğinde kıyametin kopmayacağını düşünür, öldükten sonra mezarda çürüyüp yok olmaktan korktukları için de diriltilip cennete sokulacaklarını düşünürler.

Toplumun koyduğu kurallara göre ‘iyi bir insan’ olduğunu iddia eden bir kişinin, Allah’ın sınırlarını koruyarak ve sadece O’nun hoşnutluğunu gözeterek yaşayan bir insanla ahirette aynı konumda olacağını ve Allah’ın takva sahibi kulları için hazırladığını bildirdiği cennetinde sonsuza kadar yaşayacağını düşünmesi akıl ve mantık dışı bir inanıştır. Birçok ayetten bu gerçeği anlamak mümkündür:
Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar. Casiye Suresi, 21


Kuran’da, cahiliye toplumunun benimsemiş olduğu bu ‘kalp temizliği’ safsatasından söz edilmez. Gerçek kalp temizliği; insanı Allah'tan uzaklaştıran engellerin kalpten arındırılması durumudur. Cahiliye kıstaslarına göre; hırsızlık yapan bir insan da kendisine göre masum olabilir. Çünkü kalbi tertemizdir (!) ve yaptığı bu çirkin davranışı da sadece ihtiyaçtan yapıyordur. Ancak çok açıktır ki, bu kişi hatalı bir mantık içindedir.

Allah, cennet ile müjdelediği kullarının özelliklerini de Kuran'da bildirmiştir. Allah, Cennet'i, Kendisini çok seven ve çok korkan takva sahibi kullarına vaadettiğini pek çok ayetle haber vermiştir. Allah'ı çok seven ve O'ndan çok korkan bir insanın tavrı da kişinin, Allah'ın isteklerini uygulamadaki titizliğiyle kendini belli eder. Allah, Kuran'da pek çok ayette, namazı kılan, diğer tüm farzları yerine getiren, çok şükreden, çok bağışlanma dileyen, malını ve canını Allah yoluna adayan mümin kullarının cennete gideceğini açıklamıştır.

Kısacası; cahiliye sistemi tamamen sapkın temellere dayanır ve Kuran'a göre hiçbir geçerliliği yoktur. Cennete girebilmenin ölçüsü herşeyden önce Allah'tan başka hiç kimseden korkmamak, Allah'ı çok sevmek, O'ndan başka dost ve yardımcı olmadığını bilmek ve Allah'ın emirlerini samimiyetle uygulamaktır.Cennet de, bütün bu özellikleri taşıyan takva sahipleri için hazırlanmıştır.Kuran'da bu özellikler şöyle ifade edilmiştir:

Cennet de, muttakiler için, uzakta değildir, (o gün) yakınlaştırılmıştır. Bu, size vadolunandır; (gönülden Allah'a) yönelip-dönen (İslam'ın hükümlerini) koruyan, görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalb ile gelen içindir. "Ona 'esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu, ebedilik günüdür. Kaf Suresi, 31-34

VİCDAN RAHATLATMA YOLU: "NASIL OLSA BAĞIŞLANIRIZ"

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\yen insan\isnn\20078214453.jpg

İnsanların çoğu ahiretin gerçekten var olabileceğine dair şüphe duyar. Ciddi olarak pek fazla düşünmezler ama, var olma olasılığına karşı da nasıl bir bahane öne sürebileceklerini düşünürler. Hesap günü zor durumda kalırlarsa kullanmak için kendilerince çok mantıklı bir çıkış yolu bulurlar. “Nasılsa Allah bizi affeder" mantığıyla vicdanlarını rahatlatmaya çalışırlar. Çünkü onlara göre; Allah, ‘esirgeyen ve bağışlayan’dır ve ne kadar hata yapmış olurlarsa olsunlar, tevbeleri kabul edilecektir. Yaptıkları nankörlükler unutulacak ve affedilecektir. Üstelik bu çözüm, dünyayla ilgili ideallerinden vazgeçmelerini, Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda yaşamayı da gerektirmeyecektir. Böylece hem vicdanlarını rahatlatmış hem de kendi kurallarıyla yaşamanın yolunu bulmuşlardır(!)

Bunun yanında çevrelerindeki kişilerin de aynı mantıkla, "nasıl olsa Allah bizi bağışlar" düşüncesi, onlara tam da istedikleri desteği sağlar. Çok fazla düşünmeden bu fikri kabul ederek yaşamlarına devam ederler. Bu insanlar Allah'ın 'azap veren', 'kahreden','cehenneme süren' sıfatları da olduğunu akıllarına getirmezler. Bu insanların ruh halleri de Kuran'da şöyle tarif edilmiştir:

... (Bunlar) şu değersiz olan (dünya)nın geçici-yararını alıyor ve: "Yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz?Araf Suresi, 169

Oysa Kuran'da bildirildiğine göre, cahiliye toplumunun geliştirdiği bu fikrin Allah Katı'nda ve hesap gününde hiçbir geçerliliği yoktur. Allah elbette ki sonsuz bağışlayıcı ve sonsuz esirgeyici olandır, ancak Allah'ın hangi durumlarda bağışlayıcı olduğu, bize Kuran'da detaylı olarak bildirilmiştir Bağışlanma, kusur işleyen ve bunun bilincine vardığında da hemen vazgeçen insanlar için geçerli bir durumdur. Yoksa kasıtlı olarak ve sorumsuzca hareket eden ve gerçeği bildiği halde yüz çevirenler için değil. Allah Kuran'da samimi Müslümanların tavrını şöyle haber verir:

Ve 'çirkin bir hayasızlık' işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. İşte bunların karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) Yapıp-edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var.) Al-i İmran Suresi, 135-136

İBADETLERİ YAŞLILIĞA ERTELEYENLER YAŞLILIKLARINA ULAŞAMAYABİLİRLER

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\yaşlılığa.jpg

İnsanların çoğu dünyanın geçici çıkarları uğruna ahiretlerini gözardı ederler. Gerçeği fark etmiş oldukları halde yüz çevirmenin verdiği vicdan azabından kurtulmak için ileri sürdükleri bahanelerden biri de, ' dini yaşamak için çok erken olduğu, daha çok genç oldukları'dır. Vicdanlarını rahatlatmak için kendilerine 'bir gün dinin gereklerini mutlaka uygulayacakları' telkinini yaparlar. Sözünü ettikleri o gün, artık ‘bir ayaklarının çukurda’ olacağını düşündükleri yaşlılık dönemleridir.

Bu insanlar kendilerince, gençken 'hayatın tadını çıkarmak' arzusu içindedirler. 'Hayatlarının baharında' olduklarını ve eğer o yaşlarda dini yaşamayı kabul ederlerse, 'gençliklerinin ziyan olacağını’ düşünürler. Onlara göre, dünyadan ellerini eteklerini çektikleri yaşlılık yıllarında, dinin gereklerini yerine getirmek için nasılsa çok vakitleri olacaktır. İşte herşeyi ‘o gün’e erteleyerek gerçeklerden kaçarlar.

Bu düşünce, dinden uzak yaşayan cahiliye toplumlarında oldukça benimsenmiştir. Ancak gençken düşüncesizce kaçındıkları Allah’a kulluk ve ibadeti, ölümün daha yakın olduğunu düşündükleri yaşlılığa ertelemenin çok samimiyetsiz bir düşünce olduğu ortadadır. Kendi çarpık mantıklarına göre gençken yaptıkları tüm hatalar ve günahlar affedilecek ve bir anda cennete girmeye hak kazanacak takva sahibi bir insan olacaklardır. Oysa Kuran’da Allah, “İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir.” (Kıyamet Suresi, 13) buyurarak, ertelemenin ne denli hatalı ve pişmanlığa yol açacak bir davranış olduğunun Kıyamet günü anlaşılacağını bildirmiştir. O gün ise artık telafi mümkün değildir.

Tabi ki her insan hayatının her aşamasında tevbe edip Allah'a yönelebilir. Doğruyu görüp, Allah’a yönelen her insanı Allah dilerse bağışlar ve cennetle ödüllendirir. Ancak, Allah Kuran'da, kişinin tevbesini hangi şartlarda kabul edeceğini bildirmiştir:

Allah'ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerinkidir. İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır. Tevbe, ne kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca, "ben şimdi gerçekten tevbe ettim" diyenler, ne de kafir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azab hazırlamışızdır. Nisa Suresi, 17-18

Düşünebilen, vicdanı ve şuuru açık olan her insan, Allah'ın varlığını ve gücünü takdir edip, toplumun değil, Allah’ın doğrularıyla yaşamalı ve O’nun sınırlarını korumalıdır. Ertelemenin hiçbir mantığı yoktur; çünkü insanın aldığı nefesi bile geri verebileceğinin garantisi yoktur. Kendisinden çok uzak gördüğü ölüm, her an kendisini bulabilir ve yaşlılığına bile ulaşamadan bir anda ahirete gidebilir. Ve o zaman kişi geri dönüşü olmayan bir pişmanlıkla karşılaşır. Kuran'da bu konu birçok ayet ile insanlara hatırlatılmıştır:

Suçlu-günahkarları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: "Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, salih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız" (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen. Secde Suresi, 12

Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." En'am Suresi, 27

ÖLÜMLE YOK OLACAKLARINI DÜŞÜNENLER SORGULANMAKTAN KAÇAMAYACAKLARDIR

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\mezar_tasi_467.jpg

Cahiliye insanları, bu dünyada gözleriyle görmedikleri, elleriyle tutmadıkları ve hissedemedikleri şeylerin gerçekliğine inanmazlar. Bu nedenle de dünyadaki hayatları sona erdikten sonra bir daha yaşamayacaklarını düşünürler. Aslında bu onların inkarları için öne sürdükleri bir mazeretten başka bir şey değildir. Çünkü düşünen her insanın kavrayabileceği gibi, ahiretin yaratılması ile dünyanın yaratılması arasında hiçbir fark yoktur. Bu, Yüce Yaratıcı Allah için çok kolaydır. Ancak cahiliye toplumundaki insanlar, son derece açık olan bu gerçeği görmek ve anlamak istemezler. Kuran'da onların bu konuda öne sürdükleri mazeretler şöyle ifade edilmiştir:

Kendi yaratılışını unutarak Bize bir örnek verdi; dedi ki: "Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş?" De ki: "Onları, ilk defa yaratıp-inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir." Yasin Suresi, 78-79

Tuz tanesi büyüklüğünde tek bir hücreden, böylesine muhteşem komplekslikte bir insanı yaratan Allah, elbette ki çürümüş bozulmuş kemikleri bir araya getirerek, bunun bir benzerini de yaratmaya kadirdir.

Bu insanlar dünyaya öylesine bağlıdırlar ki, bu bağ onları çok açık bir gerçek olan ahiretin varlığını inkar etmeye sürüklemiştir. Çünkü ölümden sonra dirilişi kabullenmek, dünyada yaptıkları amellerden sorguya çekilecekleri anlamına gelir ki, bu onların aslında kaçmakta oldukları konudur.

Ahiretin varlığını kabul eden bir insan, ahiret hayatı için de hazırlık yapması gerektiğini bilir. Cahiliye insanları ise, bunu kabul etmeye asla yanaşmazlar. Yeniden dirilişi ve ahiret hayatını kesin olarak reddetmek, buldukları çözümdür. Ancak bu cahilce inançları nedeniyle hem dünyada imanı yaşamamanın getirdiği huzursuz ve sıkıntılı bir hayat, hem de ahirette sonsuz bir azap yaşarlar.

ÇOĞUNLUĞUN YAPTIĞI DOĞRU MUDUR?

C:\Users\kişi\Desktop\My Pictures\İNSAN-YAŞAM\liinsanlar.jpg

Dinden uzak yaşayan insanların hayatlarındaki sapkın mantıklardan biri de, ‘çoğunluk tarafından kabul edilen düşüncenin doğru olduğu’dur. "Bu kadar çok kişi böyle yaşadığına göre bir bildikleri vardır" ya da "yanlış olsa bu kadar insan bu fikri benimser mi?" gibi mantıklarla kendilerini kandırırlar. Dahası, bu örnek aldıkları çoğunluk içinde tanınmış veya kariyer sahibi kimseler de bulunuyorsa, mutlaka kendilerine rehber edinirler.

Bu durum, gerçekte şeytanın bir yöntemidir. Şeytan insanları saptırırken, çevresindeki diğer insanlardan örnekler göstererek, kendi davranışlarının doğru olduğuna inandırmaya çalışır. Oysa yapılan davranışın çoğunluk tarafından uygulanması, doğru olduğunu göstermez. Ayette bu sır müminlere bildirilmiş ve çoğunluğun peşinden gitmemeleri konusunda uyarılmışlardır:

Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle' yalan söylerler. Enam Suresi, 116

İnsanın apaçık düşmanı şeytan, çeşitli görünümlerde insanlara yaklaşabilir. Örneğin, arkadaşı gibi görünerek onu Kuran’a ters düşecek bir iş yapması ya da kötü bir ahlak göstermesi için çağrıda bulunabilir. Bu çağrılardan etkilenmemek ve din ahlakından taviz vermemek, ‘çoğunluk öyle yapsa bile’doğruyu seçmek, inanan insandaki aklın ve imanın göstergesidir. Rabbimiz şeytanı vesile kılarak insanı denemektedir ve tümü insanların kaderinde olan sınamalardır. Şeytanın cehenneme sürüklemek için oynadığı oyunları ve aldatıcı çağrıları farkedebilen müminlerden Kuran’da şu şekilde söz edilmektedir:


De ki: "Bize yararı ve zararı olmayan Allah'tan başka şeylere mi tapalım? Allah bizi hidayete erdirdikten sonra, şeytanların ayartarak yerde şaşkınca bıraktıkları, arkadaşlarının da: "Doğru yola, bize gel" diye kendisini çağırdığı kimse gibi topuklarımız üzerinde gerisin geri mi döndürülelim?" De ki: "Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. Ve biz alemlerin Rabbine (kendimizi) teslim etmekle emrolunduk." (Enam Suresi, 71)

Müminler her yol ayrımında, Kuran'daki uyarılar doğrultusunda, çoğunluğun tercih ettiği yolu değil, Rabbimiz’in çağrısına ve vicdanlarının sesine uyarak Allah’ın dosdoğru yolunu seçerler. Cahiliye toplumu bireyleri ise, çoğunluğun uygulamalarını benimser, seçtikleri yol ve yaşam tarzı hakkında tevilde bulunurlar. Oysa dünyada Allah’tan uzak yaşayan bu çoğunluk, ahirette kendilerini izleyenleri ahrette ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacaktır. Her insan Rabbimizin huzuruna tek başına çıkacaktır:

Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lutfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. En’am Suresi, 94

İşte bu çarpık mantığı ölçü alan insanlar, hem dünyada hem de ahirette yanılgıdadırlar. Yüce Rabbimiz, "…Ancak insanların çoğu iman etmezler" (Rad Suresi, 1) ayetiyle çoğunluğun doğru yolda olmayacağını, iman eden insanların her dönemde çok az sayıda olacağını haber vermektedir.